Çok yorgundu, eve yeni gelmişti. Kendini,
kendisi gibi, insan gibi hissettiği tek yere. Yatağına uzandı ve bir sigara
sarıp tavana bakarak yaktı. Ayaklarınu uzatmış, kollarını yana açmış ve hiç
kıpırdamıyordu. Onu görenler ağzında sigara ile ölmüş sanırlardı, zaten pek
yaşıyor gibi değildi ve onu görecek kimse yoktu. Şayet ölürse; ilk hafta fark
edilmeyecek, daha sonra da kokudan şikayet edip çıldıran komşular tarafından
dövülmek isterken cesedi bulunacaktı. Kimsesizler mezarlığına götürülüp,
işinden nefret eden birkaç görevli tarafından gömülecekti. Belki bir mezar taşı
bile olmayacaktı. Hatta o kadar varlığından haberdar değillerdi ki belki bir
kaç yıl sonra oraya başka birini gömmek için mezarı açacak ve onun iskeletini
bulacaklardı.
İşten
yeni gelmişti, mutluydu biraz. Bu günü düşündü. 13 yıldır çalıştığı işinden bu
gün kovulmuştu. Beş parasızdı ama mutluydu. Bir insan kovulduğu için mutlu
olabilir miydi? O mutluydu. Çünkü yıllar sonra birisi onun varlığını
farketmişti. Onun varlığını, onu kovmak içinde olsa farketmişti. O mutluydu
çünkü dünyada onunda olduğunu birisi farketmişti. Kimseye kızgın değildi.
3yıldır aynı kıyafetleri giyiyor ve adam gibi yemek yemiyordu. Ev sahibi bile onu
hatırlamıyordu. O kadar çaresizdi ki bazen sırf ev sahibi onu azarlasın ve ona
küfür edecekte olsa onunla konuşsun diye kirayı geciktirirdi. Pek işe yaradığı
söylenemez. Bir defasında kirayı tam 2 hafta ödemedi. Büyük bir heyecanla
parayı küçük odasında ki eski ve her tarafı soyulmuş tahta masasının üstüne
koymuş ona bakıyordu. Ev sahibi gelince ne diyeceğini düşünüyordu. “çok özür
dilerim bayım. Çok yoğundum, sürekli iş arkadaşlarımla toplantıdaydım ve
sonrasında bir bara gidip bir kaç kadeh atıp laflıyorduk. Paranız hazır
buyurun. Her defasında aklımdan çıkıyordu ne olur beni bağışlayını.” Diye
içinden söyleniyordu her zaman. Kendi de çok iyi biliyordu ki bu dediklerinin
her kelimesi yalandı. Hiç arkadaşı yoktu, hiç bir bara gitmezdi. Sadece her ay
artan bir kaç kuruşun tümü ile ucuz şarap alır ve tek başına evinde içerdi.
Sürekli böyle konuşmalar hazırlıyor ve tekrar ediyordu. Hatta kirayı
geciktirdiği zamanlar evde olmasına rağmen en yeni ve şık kıyafetlerini
giyiyordu. Yeni dediğime bakmayın, sadece kullanmadığı için öyle
görünüyorlardı. Babasından kalma siyah yün bir hırka, bir gece çöp kenarında
bulduğu beyaz boğazlı kazak ve yıllar önce bit bazarından aldığı siyah, bol
paça bir pantolon.Onları yıkar ve yere sererdi. Sonrasında üzerine basarak
düzeltmeğe çalışırdı. Kırık tarağıyla saçını tarar ve eline yüzüne sabun
sürerdi güzel kokmak için. Her defasında bunu yaptı ve her defasında aynı şey
oldu: kareli bir defterden yırtılmış bir parça kağıt kapı altından kayardı ve
içinde “en geç yarın kirayı getir yoksa bu geceden eşyalarını topla!” yazardı.
Yine de hatırlamıştı onu, bu bile sevinç vericiydi. O not geldikten hemen sonra
kira parası el yapımı bir zarfın içinde ev sahibine ulaşırdı. Bu sefer kira
parası gerçekten gecikecekti çünkü artık bir geliri yoktu. Elinde ki tüm parayı
dün gece iki şişe şarap ve bir kaç sigaralık tütüne vermişti. İşten kovulunca
da alması gereken parayı sigorta ve başka çeşitli bahanelerle kesmişlerdi.
Kıyafetlerini satmayı düşündü ama beş para etmezlerdi. Yazdıklarını satmayı düşündü
ama onunla konuşmaya tahammül edemiyorlardı, yazdıklarını nasıl alsınlar. Güzel
şeyler yazmıştı oysa ki. Yazarken ona öyle bir sevinç ve öyle bir çoşku
geliyordu ki hayatında ki tek amacı buymuş gibiydi. Onu tek mutlu eden şeyde
buydu sanki. Onu tek hatırlayan şey kağıt ve kalemi gibi geliyordu ona ama ne
yazık ki fazla kağıdı kalmamıştı. Çünkü sigara kağıdına parası yetmiyor ve
defterinden sayfalar yırtıp sigara sarıyordu. Uzun uzun düşünmeğe devam etti ve
zaman geçtikce yüzü gergin ve umutsuz bir hal alıyordu. Yine yazmaya koyuldu
ama bu sefer hepsinden farklıydı. Çok ciddiydi, gülmüyor ve mutlu olmuyordu her
satırda. Sanki kaleminin mürekkebi kağıtlardan yükselmiş ve kafasının içinde devasa
bir karabulut olmuştu. Sanki kağıtlarının her birisi; boğazında bir yumruydu.
Her satır ve her kelime bir ok halinde kalbine saplanır gibiydi. Bir farklıydı
bu akşam, onu hiç böyle görmemiştim. Yazdı, yazdı ve yazdı. Ta ki az biraz
tütünü ve çeyrek şişe şarabı kalana kadar yazdı.
Son kalan tütünü ile kalın bir sigara sardı,
eve ilk geldiğinde yatağın altında bulduğu ve hala sakladığı kapaklı çakmağını
ve şarabını alıp doğruca çatıya çıktı. Altı katlı bir apartmandı. Çatıda,
gecenin karanlığında yıldızları seyretmeğe başladı. Yıldızlara her zaman çok
imrenmiştir, çünkü onları herkes görüyor ve herkes onların farkında. Bazen bir
eşya olmayı bile istemiştir. Her ne olursa, bir masa veya sandalye veya bir
bıçak. Tek kullanımlık bir kibrit bile olmak isterdi. En azından birinin işine
yarardı, birini mutlu ederdi yahut kocaman bir yangın çıkarırdı. Ne olursa
olsun onun farkında olacaklardı. Bir şemsiye olmak isterdi ve yağmur yağmasını.
O zaman birisi onun sayesinde ıslanmaktan kurtulup ona teşekkür ederdi. Ya da
şemsiyeye rağmen ıslanıp onu kırar ve küfür ederdi. Kötü düşünceleri neden
çıkartamıyordu aklından. Sonra nedenini anladı. Hiç iyi düşüncesi olmamıştı
onun. Sadece hayalleri vardı ve orada bile pislik içinde olma ihtimali vardı. Düzelmesi
gerekiyordu artık ya da her şeyi bitirmesi.
Çatının kenarına yaklaştı, aşşağıda ki
insanları izledi. O an kendini bir dev gibi hissetti. İnsanlar ona çok acayip
geldiler. İlk defa üstten bakan oydu, ezilip büzülmesine gerek yoktu çünkü en
yukarda o vardı, aynı zamanda en alttaki de oydu.
İnsanları düşündü. Hepsi nereye
koşturuyorlardı böyle? Neden bu kadar hızlı hareket ediyorlardı? Sonra anladı
ne olduğunu. Onların yaşama amaçları vardı. Kiminin bekleyen bir arkadaşı
kiminin ise bir eşi veya filme geç kalanlar vardı. Herkesin bir amacı vardı, o
hariç. Çok düşünmüştü hayat amacını. Yazı yazmak ve onları insanlara okutmak
isterdi. İçinden geçenleri, düşüncelerini ve bir zamanlar sevdiği şeyleri
insanlara okutmak isterdi eskiden. Evet, o da seviyordu bir zamanlar. Her ne
kadar şuan içi yavaş yavaş ölüyor olsa da o da severdi eskiden. Artık her
şeyden vazgeçmeye hazırdı ama cesareti yoktu. Sürekli insanları düşünüyor ve
yalnızlığına yakınıyordu. Geçen hafta evine apartmanı süpürürlerken onun tek
odalı evinin önünü de süpürdüler ve o kapıyı açıp onları izledi. Konuşmak
istedi ama konuşamadı sadece izledi. Kapıcı ve karısı bu sırada içeriye bir göz
attılar ve ikisi de tavandan sarkan kalın ilmeğin nedenini sormadılar. Ona bir
böcekmiş gibi bakıp işlerine devam ettiler.
Pes etmek üzereydi artık. Bir işaret
bekliyordu, her hangi bir işaret. Onu farkeden her hangi bir şey. Bir
sivrisineğin gelip onu ısırmasına bile razıydı. Kenara iyice yaklaştı,
sigarasının son fırtını içip izmariti aşşağıya attı ve onu izledi. Nasıl döne
döne ve kıvılcımlar saçarak aşşağıya düştüğünü izledi ve kıskandı o izmariti. O
da öylece düşmek istedi aşşağıya.
Evine döndü ve tüm yazdıklarını alıp tekrar
yukarıya çıktı. Kenara oturdu bu sefer elinde bir tomar kağıtla. Başını arkaya
yaslayarak gökyüzüne baktı. Hala bir işaret yoktu. Bir işaret sayabilmek için
havada ki bulutlardan tek damla yağmur istedi ama onlar da sesini duymadılar.
Sessizce mırıldanmaya başladı sonra “neden? Neden bu dünyada pislikler olmak
zorunda? Neden onlardan biride benim? Neden insanlar insanlarla yaşadıklarının
farkında değiller? Neden insanlar sürekli bencil ve kibirliler? Neden
etraflarına bakmaktan bu kadar acizler? Sokakları, evsizleri, yalnızları,
çaresiz ve umutsuzları neden umursamıyorlar?”. Sesini aniden yükseltip ayağa
kalktı ve aşşağıda ki insanlara baktı “burdayım!!”. Aniden hayatında ki en
güzel anlardan birini yaşadığını sandı. Aşşağıda ki herkes ona bakıyordu,
herkes susmuştu ama bu sadece 2 saniye kadar sürdü. O bağırmaya devam etti
“bana bakın! Burdayım ve yaşıyorum, bende bir insanım, bende hissedebiliyorum.”
Dedi ama artık kimse ona bakmıyordu. Aklına sigaranın izmariti geldi, artık
işaretlere inanmıyordu. Elindeki kağıtları aşşağıya doğru fırlattı ve ardından
“görüşmek üzere dünya!” diye bağırarak kendini güçsüz rüzgarın dayanıksız
kollarına bıraktı. Ona bakanlar, yüzünü göremeseler bile içinde ki kin ve
nefreti fark edebilirdi o an. Sonra onun o zayıf bedeni, acımasız yeryüzü ile
buluştu ve hiç yaşanmamış gibi olan o hayat sona erdi.
Oradan geçenler hemen toplandılar cesedin
etrafına. Sokak ortasında, saçları kan içinde 30lu yaşlarında ölü bir kadın ve
etrafında yüzlerce dağınık sayfa. Ruhu bedeninden ayrılırken gülüyordu, herkes
onu farketmişti ve artık bedeni yalnız değildi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder